Geçen hafta İspanya’daydım. İspanya, bilmediğimiz, görmediğimiz bir yer değildi. Denizci olmam nedeniyle çok kez fırsat bulmuştum görmek için. Ama bu sefer görmek istememin nedeni daha farklı idi. İslam Medeniyetinin doruk noktalarından biri olan Endülüs Bölgesini daha yakından keşfetmek, ağırlıklı olarak 15. ve 16. yüzyıllarda Türk Denizcilerinin harekat icra ettiği ve vurduğu İspanya sahillerini yakından görmek, Trafalgar Deniz Savaşı’nın olduğu yerde inceleme yapmak, dünyaca ünlü denizcilerin faaliyet gösterdiği ve desteklendiği coğrafyayı gezmekti.
Müslümanlar, ilk olarak 711 yılında Berberi olan Tarık bin Ziyad komutasında 12 bin kişilik orduyla İspanya’ya ayak bastılar. Kısa sürede kuzeydeki dağlık bölgeler hariç, tüm İspanya’ya hakim oldular. İspanya’daki bölünmüşlük, o dönemde hüküm süren Vizigot Krallığı içindeki taht kavgaları, toplum içindeki çatışmalar ve Yahudilere karşı sürdürülen baskılar, Müslümanların kolayca egemenlik kurmalarına neden oldu.
Endülüs Emevi Devleti
Başkenti Şam olan Müslüman Arap Devleti; batıda İspanya’dan Kuzey Afrika, Mezopotamya, Arabistan Yarımadası, doğuda ise Afganistan’a kadar en geniş sınırlarına Halife Hişam bin Abdülmelik döneminde sahip oldu. Ama 750 yılında Emeviler Abbasiler tarafından devrilince, Hişam bin Abdülmelik’in torunu Abdurrahman İspanya’ya gelerek ve 756 yılında Şam’dan koparak Ebdülüs Emevi Devleti’ni kurdu ve Abbasilere karşı mücadele etti.
Endülüs Emevi Devleti’nin başkenti olan Kordoba, 400 bin el yazma eser içeren kütüphanesi ve üniversitesi ile Avrupa’nın en zengin kültür ve bilim merkezi oldu. Modern bilimin, akılcılığın, felsefenin gelişmesine ve Aydınlanmaya öncülük eden Filozof İbn Rüşd de Kordoba’da doğdu ve büyüdü. İbn Rüşd, tercüme ve yorumlarıyla Aristo’yu Avrupa’ya tanıtmış ve İbrani felsefesi üzerinde de kalıcı etki yaratmıştır. Ama İslam dünyasında yeterince kıymeti bilinmemiş, zaman zaman fikirleri nedeniyle din dışı ilan edilmiş ve aklı yok sayan Gazali gibilerin peşinden gidilmiştir. Böyle bir insanın doğduğu ve büyüdüğü toprakları ve teneffüs ettiği havayı solumak ve heykeli ile de olsa fotoğraf çektirmek bir onurdur. Kordoba Camii de mimarisi ve sadeliği ile görülmeye değer bir eser. Daha sonraları ek inşaatlar yapılarak katedral haline getirilmiş olsa da şimdi ise müze.
Gitar ve Flamenko
Endülüs Emevi Devleti’nin yarattığı medeniyetin derin izlerini İspanya’nın her yerinde görebilirsiniz. Kültür varlıklarından, İspanyolca’ya, şehir ve yöre isimlerinden, müziğe ve dansa kadar... İspanyolların milli enstrümanı olan gitarın uddan evirilmiş olduğu ve milli dansı olan Flamenko’nun da gerçekte Müslüman Araplar ve Çingeneler tarafından oluşturulmuş bir müzik olduğu iddiası yaygın şekilde kabul görüyor. Endülüs medeniyetini anlamak için önce ders çalışmak, daha sonra imkanınız varsa nitelikli rehberler eşliğinde en azından Kadiz, Sevilla, Kordoba, Granada ve Malaga’yı gezmelisiniz. Granada’da bulunan El Hamra Sarayı da en az 4 saatlik bir zaman diliminde ve bir rehber eşliğinde görülmelidir.
El Hamra, Granada şehrinin hakim bir tepesinde, bir kuşatma anında uzun süre kendi kendine yeterli olabilecek bir kale saray konumunda. Topkapı Sarayına benzer tarafları da var. Hamamları, haremi, kabul salonları, müzik ve dans yapılan yerleri, şarap mahzenleri, duvar ve tavan resimleri ve heykelleri de mevcut. Yanlış okumadınız; İslam’da yasaklanan veya yasak olduğu söylenen müzik, dans, resim, heykel ve şarap burada var. Yalnızca sarayda değil, halk arasında da o zamanın entelektüel ve ekonomik durumu iyi olan kesiminde de şarap tüketimi söz konusu.
Aydınlanma Ateşi Osmanlı Coğrafyasında Yanabilirdi
Endülüs Bölgesi’nin Kadiz iline bağlı Vejer ilçesini gezerken ismi dikkatimi çeken bir restorana girmek istedim. Adı “Halife’nin Bahçesi” idi. Sahibi İspanyol’du ama aşçıbaşı Fas kökenli bir Arap’tı ve yemekleri tamamen Arap mutfağındandı. Daha sonra, Endülüs zamanında Arap bir ağaya ait olan, şarap mahzeni de olan bir evi gezdim. Endülüs İslam Medeniyetinde, bugün taassubun zirvesini yaşayan İslam Dünyası’nın yasak gördüğü her şey vardı.
Zamanı geriye doğru sarmak mümkün olsa ve kritik yer ve zamanlarda doğru kararlar alınsaydı veya daha nesnel ifadeyle; zamanında farklı kararlar verilseydi bugünkünden farklı sonuçlar elde edilirdi. Osmanlı Padişahı II. Bayezid (1447-1512) Granada Sultanlığına daha güçlü şekilde yardım etseydi, hiç değilse filozoflarını, sanatçılarını ve bilim insanlarını Osmanlı’ya getirtseydi, çok şey farklı şekilde gelişirdi. Hem İspanya’daki Müslümanların kaderi bugünkünden farklı olurdu hem de Aydınlanmanın ateşi Avrupa yerine Osmanlı coğrafyasında yanardı.
Bunlar Dinden Çıkmış!
Granada Sultanlığı, Tolosa Savaşı’nda İspanya’yı geri almak isteyen Hristiyanlara yenilmesinin ardından, 1232 yılında kurulan İspanya’daki son uzun ömürlü İslam Devleti idi. Bu devlet, 250 yıldan uzun bir süre varlığını devam ettirdi. Ama tehlike yaklaşıyordu. Hristiyanlar, Müslümanları İspanya’dan tamamen atmak istiyorlardı. Bölünmüşlüklerine son vermek ve Müslümanların karşısına daha güçlü çıkabilmek için Katalanların Kralı II. Ferdinand ile Kastilya Kraliçesi I. Isabel 1462’de evlenerek güçlerini Granada Sultanlığına karşı birleştirdiler. Müslümanlar, yaklaşan tehlikenin farkınydılar ve İslam dünyasından yardım istediler. Mısır’da Memlükler, iç karışıklıklarla uğraştıklarından olumlu yanıt veremediler. Osmanlı Padişahı II. Bayezid ilk başta olumlu yaklaştı, 2 bin kişilik bir yeniçeri birliği gönderdi. Granada’da ve El Hamra Sarayı’nda yeniçeriler krallar gibi karşılandı. Ama bu kadar asker yeterli değildi. Tehdit çok büyüktü ve en az 20 bin kişilik bir desteğe ihtiyaç vardı. Bazı yeniçeriler Granada’da yaşadıklarını, yaklaşan tehdidi ve askeri ihtiyacı anlatmak için İstanbul’a döndüler. Ama yeniçerilerin El Hamra Sarayı’nda gördüklerini anlatmaları sofu olan II. Bayezid’i olumsuz etkiledi.
Fatih Sultan Mehmet’in sarayında yıllarca yaşamış olan Venedikli bir gezgin ve tarihçi olan Gian-Maria Angiolello, Sultan II. Bayezid’in babası Fatih Sultan Mehmet için “Otoriterdi ve Muhammed Peygamber de dâhil, hiçbir dine inanmazdı” dediğini yazmıştır. Diyelim ki; Angiolello II. Bayezid’in söylediklerini biraz abartmış. Öyle bile olsa, bu bile baba ile oğulun yani Fatih ile Bayezid’in İslam’ı farklı yorumladıklarını göstermez mi? Ayrıca II. Bayezid, babası gibi vizyon sahibi de değildi. Batıdan dünyayı dolaşarak Hindistan’a ulaşmayı düşleyen, Amerika kıtasını ilk keşfeden ama yeni bir kıtayı keşfettiğini ölünceye kadar fark etmeyen Kristof Kolomb yola çıkmadan önce keşif yolculuğunu finanse etmek için Avrupa’nın birçok hükümdarına başvurdu. Bunlar arasında II. Bayezid de vardı. Ama Kolomb, ondan olumsuz yanıt aldı. Yalnız Kraliçe Isabel Kristof Kolomb’u destekledi ve bu iş için mücevherlerini verdi. Yaygın olarak bilinenin aksine, dünyanın güneş batmayan ilk imparatorluğunu İngilizler değil, İspanyollar kurdu. Daha 1581’de tüm Güney ve Orta Amerika’yı, bugün ABD olan coğrafyanın dörtte üçünü, Avrupa’nın bir bölümünü, Filipinleri ele geçirdiler. Bugün Brezilya hariç, tüm Güney Amerika İspanyolca konuşuyor. Bugün ABD’de bile ikinci dil durumunda İspanyolca. Hiçbir şey durup dururken olmuyor.
Batıda Aydınlanma, Doğuda Kararma!
İspanya zaman içinde etkisi azalarak da olsa, yaklaşık 800 yıl Müslümanların egemenliğinde yaşadı. Hristiyanlar 1492’de Granada Savaşı’nı kazandıktan kısa bir süre sonra Yahudileri ve Müslümanları gönderdiler, gitmek istemeyenler Hristiyanlaştı, kimisi de kripto Müslüman ve kripto Yahudi olarak yaşamak zorunda kaldı. Sefarad Yahudileri bu gelişmeler sonucu İspanya’dan Osmanlı topraklarına başta Kemal Reis olmak üzere Türk Denizcileri tarafından taşındı. Müslümanlar ise Fas başta olmak üzere Kuzey Afrika’ya tahliye edildi.
İspanya’daki İslam Medeniyeti, Avrupa’nın Ortaçağ karanlığından çıkışına neden olacak gelişmeleri tetikledi. Osmanlı’da ise tam tersi oldu ve 1517’de II. Bayezid’in oğlu Yavuz Sultan Selim vasıtası ile akıldan, bilimden, felsefeden ve sanattan uzak olan karanlık zihniyeti ulema olarak İstanbul’a taşıyarak geleceğini dinamitledi ve zaman içinde çökmesine, Avrupa’nın gerisine düşmesine, yarı sömürge haline gelmesine ve yıkılmasına giden yolu açtı.
Biri Putları Yıktı, Diğeri Dikti!
Daha çok geçmeden II. Bayezid’in torunu olan Kanuni Sultan Süleyman devrinde taassup tırmanmaya başladı. Mohaç Zaferi’nden (1526) sonra Sadrazam İbrahim Paşa, Budin’den aslan heykelleri getirtti ve İstanbul’da At Meydanına diktirtti. Bu yüzden ulema tarafından putperestlikle suçlandı. “Dünyaya iki İbrahim geldi, biri putları kırdı, öteki put dikti” sözü, bunun üzerine söylenmişti. 1536’da İbrahim Paşa boğdurulunca, heykeller halka parçalattırıldı. Halbuki İslam Medeniyetinin zirvesi olan Endülüs’te El Hamra Sarayı’ndaki aslan heykelleri 400 yıl önce yapılmıştı.
Sevilla, Endülüs Medeniyeti için olduğu kadar, İspanyol ve dünya denizciliği açısından da önemli bir kent. Dünyanın çevresini dolaşan ilk insan olan Portekizli denizci Macellan, İspanyolların desteği ile Sevilla’dan Eylül 1519’da 5 gemi ve 270 denizciyle yola çıktı. Ama 3 yıl geçtikten sonra, Eylül 1522’de gemilerden sadece Victoria, 18 denizci ile Sevilla’ya dönebilmişti. Macellan da dönenler arasında yoktu ve yaşamını Filipinler’de savaşırken yitirmişti. Sevilla’da bu seferin 500.yıl törenlerine şahitlik ettim. İspanya Kralı VI. Felibe de törenlere katıldı. Amerika kıtasını keşfeden ve kıtaya adı verilen Amerigo Vespucci de sefere Kadiz’den çıkmış ve yaşamını Sevilla’da kaybetmişti. Kristof Kolomb’un mezarı da bu kentte ziyaret ettiğim yerler arasında bulunuyor.
Amiral Nelson Brendi Fıçısına Kondu
Denizci olup da Trafalgar’a gitmemek ve fenerinde fotoğraf çektirmemek olmazdı. 1805 yılında, İspanyol-Fransız Birleşik Donanması ile İngiliz Donanması Trafalgar Burnu açıklarında savaştı. İngiliz Donanmasını göğsünde ay yıldızlı Osmanlı nişanı da bulunan Amiral Nelson komuta etti. İspanyol-Fransız Donanmaları toplamda 39 adet olan gemilerinin 22'sini kaybederken, Amiral Nelson kumandasındaki 21 gemilik İngiliz Donanması hiç kayıp vermedi. Ama savaş sırasında ağır yaralanan Nelson, savaşın sonunda yaşamını kaybetti. Normalde o çağda cenazeler dini törenle denize gömülürdü ama Nelson’ın cenazesi bozulmasın diye İngiltere’ye Brendi fıçısında intikal ettirildi. 2002’de Nelson’un Portsmouth’ta bulunan Trafalgar Savaşı’na katılan Amiral Gemisi HMS Victoria’yı gezme imkanı bulmuştum.
Bu savaştan 10 yıl sonra İngilizler, 1815’de bu sefer de Napolyon’a karşı Mareşal Arthur Wellesley komutasında Waterloo Savaşı’nı kazandılar. Sonuç olarak İngiltere, I. Dünya Savaşı sonuna kadar dünyanın en büyük gücü ve toprakları üzerinde güneş batmayan imparatorluğu haline geldi. İspanya, ikinci büyük darbeyi 1898’de başlayan İspanya-ABD Savaşı sonunda yenilerek aldı ve Amerika kıtasındaki kolonilerini tamamen kaybedip küçülmeye başladı.
Sonuç olarak İspanya ve Türkiye, biri Akdeniz’in en batısında, diğeri en doğusunda bulunan iki ülke. Geçmişte İspanya ile karşı karşıya gelmiş olsak da bugün en az sorun yaşadığımız ülkelerin başında geliyor. İspanya, 505,990km² yüzölçümü ve 47 milyon nüfusu ile Türkiye’den küçük bir ülke. Ama geçmişte iç savaş yaşamasına ve diktatörlükle yönetilerek büyük acılar çekmiş olmasına rağmen zengin, demokratik, toplumunun eğitim ve öğretim sorununu çözmüş, huzurlu, üreten ve kendi kendini besleyebilen bir ülke. Dünyanın 15’inci büyük ekonomisi. Türkiye ise potansiyeline rağmen 23’üncü sıraya geriledi. Halbuki iktidar Türkiye ekonomisini 17’inci sırada iken devralmış ve 2023’de ilk 10’a girme sözü vermişti. Türkiye’yi yöneten iktidar vizyonsuz ve nitelikleri bir hayli sınırlı kadrolarla ülkeyi yönetmeye çalıştığı için ekonomik olarak ülkemizi iflas ettirdi. Bundan daha da kötüsü; iktidarın Cumhuriyetle, kurucu ideolojiyle, akıl, bilim ve çağdaşlaşma ile çok ciddi sorunlarının olması.
İspanya’ya bakarsanız; yok yok! Özellikle Endülüs Bölgesinde dağ taş zeytin ağaçları ile kaplı. Zeytinyağı üretiminde 10 milyon ton ile dünya birincisi. Türkiye’nin zeytinyağı üretimi ise 1,5 milyon ton. Bu sonuç tabii ki tesadüf değil. İspanya’da zeytin ağaçlarını kesmiyorlar ve düşmanlık yapmıyorlar. Üzüm bağları, şarapçılık, badem ağaçları, narenciye, bahçecilik, tarım oldukça yaygın. Elbette ki hayvancılık ve balıkçılık da öyle. Kadiz’de balık pazarını dolaştım. Balık türleri de dahil tüm deniz ürünleri Türkiye’ye göre çok ucuz. Kırmızı et fiyatları da ülkemizdeki gibi yüksek değil. Asgari ücretleri 900€. Peki ya Türkiye’deki asgari ücret? Sağlıklı, akıllı ve güzel nesiller için çocuklarımıza ve gençlerimize protein tükettirmemiz lazım. Ama Türkiye’de simitle karın doyuruluyor. İspanya’nın sadece gıda üretimi değil, aynı zamanda sanayisi de güçlü. Halen inşası devam eden amfibi hücum gemisi TCG Anadolu bile İspanyolların dizaynı. Türkiye’deki hızlı tren de İspanyolların.
Esasında yazacak çok şey var. Ama şimdilik bu kadar yeter, daha fazla sabrınızı zorlamak istemiyorum. Böyle bir kültürel geziyi düzenleyen, ev sahipliği ve rehberlik yapan Bahriye Mekteplerinden (Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu) büyüğüm ve uzun yıllardır İspanya’da yaşayan Erdal Nar’a ve değerli eşleri Mariana’ya teşekkürlerimi sunuyorum. Esasında Erdal Nar ile aynı anda okumadık. Çok erken ayrıldığından Bahriyeden de tanımıyordum. Ama 1773’de kurulan ve çağdaş anlamda Türkiye’nin en eski yüksek öğretim kurumu olan, küçük kızımın da mezun olduğu İstanbul Teknik Üniversitesi’ni içinden çıkaran Deniz Harp Okulu’nda farklı zamanlarda da olsa okumuş, aynı havayı teneffüs etmiş olmak ve aidiyet duygusu bizi bir araya getirdi ve dost yaptı. Tabii ki Atatürk’e ve Cumhuriyete yürekten bağlı oluşumuz da bu konuda belirleyiciydi. Bu iktidar yönetiminde her türlü değerimiz tahrip edildiği gibi bu aidiyet duygusu da ağır tahribata uğratılıyor. Geçmişi olmayan, geçmişle, eski mezunlarıyla, emeklileriyle ve hafızası ile bağı koparılan kurumlar, uzun süre var olamazlar. İktidar maalesef ülkemize bu kötülüğü de yapıyor!