Ayasofya’nın asli kimliğine yeniden kavuşturularak cami haline getirilmesi dünyanın farklı coğrafyalarındaki Müslüman kamuoyları tarafından sevinçle karşılandı. Malezya’dan Güney Afrika’ya, Pakistan’dan Cezayir’e, Endonezya’dan Bosna-Hersek’e dünyanın birçok ülkesindeki Müslümanlarbu kararı kutlarken, açılış törenini de televizyon ve sosyal medyadan takip ettiler. İslam coğrafyasındaki kamuoyları Ayasofya kararını bu derece benimserken bazı ülke yönetimlerinin tepkileri ise dikkat çekici oldu. Meşruiyetlerini halktan almayan ve dış politika ve bölgesel konulardaki görüş ayrılıklarından dolayı Türkiye’ye karşı hasmane tutum içerisinde olan Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’dan Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi kararına gelen tepkiler ise eleştireldi.
Bu eleştiriler, temelde, bu rejimlerin Ayasofya ile ilgili kararı da Türkiye karşıtlığında bir araç olarak kullanma stratejileri doğrultusunda yöneltildi. Dış politika ve bölgesel meselelerde Ankara ile farklı önceliklere sahip olan bu rejimler, kendi kamuoylarından tepki alacak olmalarına rağmen, İslam ümmetinin büyük çoğunluğunun arkasında durduğu ve desteklediği bir kararı eleştirebilmişlerdir. Her ne kadar üst düzey resmî kurumlarca açık bir şekilde ifade edilmese de, bu rejimlere yakın aktörlerin veya temsilcilerin Ayasofya’nın camiye çevrilmesine tepki göstermeleri, Türkiye karşıtlığının geldiği seviyeyi göstermesi açısından da önemli.
Bu anlamda en dikkat çeken tepkilerden biri Mısır Müftüsü Şevki Allam’dan geldi. Bir televizyon kanalında katıldığı programda, Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin kabul edilemez olduğunu belirten Allam “Kiliselerin camiye çevrilmesinin İslam’a aykırı” olduğunu iddia etti. Ayasofya’nın insanlığın kültürel mirası olduğunu savunan Allam, İslami metinlerde bu mirasın olduğu gibi korunması gerektiğinin belirtildiğini iddia etti. Öte yandan, Mısır’ın El-Ezher Üniversitesi’nden bazı üst düzey din adamlarının da Ayasofya kararını eleştirdiklerine şahit olduk.
Mısır’daki bu söylemlerin arkasında siyasi saikler olduğu unutulmamalı. Ülkede 2013 yılında gerçekleşen darbeyle iktidara gelen Abdulfettah Es-Sisi yönetimi altında, El-Ezherve Mısır Müftülüğü gibi kurumlar rejimin tam anlamıyla birer enstrümanı haline gelmiş durumdalar. Aslında El-Ezher’in tamamen Mısır’daki otokratik yönetimlerin kontrolünde işleyen bir kurum haline gelişi yeni bir hadise değil. Cemal Abdünnasır döneminde başlayan bu süreç daha sonra Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek dönemlerinde de devam etmişti. Öyle ki Hüsnü Mübarek’e karşı 25 Ocak 2011’de başlayan ve milyonlarca Mısırlının sokaklara döküldüğü gösteriler sırasında, El-Ezher şeyhi halka evlerine dönmeleri ve yönetime karşı protestolara katılmamaları çağrısında bulunmuştu. El-Ezher bu çizgisini 3 Temmuz 2013’teki askeri darbe sonrası süreçte de sürdürerek daha önce hiç olmadığı kadar rejimin güdümüne girdi.
El-Ezher ve Mısır Müftülüğü gibi kurumlar darbe sonrası dönemde, ülke içinde muhaliflere karşı rejimin baskı politikalarının meşrulaştırılmasında bir araç olarak kullanıldılar. Bunun yanında dış politika meselelerinde de rejimin hedefinde olan Türkiye ve Katar gibi ülkelere karşı manipülatif bir ajanda çerçevesinde işlevselleştirildiler. 5 Haziran 2017’de Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır’ın Katar’a yönelik başlattığı abluka sürecinde El-Ezher bir açıklama yaparak “Katar’a karşı yapılan bu operasyon Arap Birliği’ni sağlamak için zaruridir” demişti. Katar’ın bölgede istikrarı tehdit ettiğini savunan El-Ezher, Arap halklarının güvenliğinin korunması için Katar’a yönelik ablukanın devam ettirilmesi gerektiğini vurgulamıştı. Türkiye’nin Ayasofya’yı yeniden camiye çevirme kararına yönelik El-Ezher ve Mısır Müftülüğü’nden gelen tepkiler de bu çerçevede değerlendirilmeli.
El-Ezher’in bu tutumu ve rejimin dış politika meselelerine alet olması, yüzyıllar boyunca İslam dünyasında saygın bir konum ihraz etmiş bu kurumun günümüzde saygınlığını yitirdiğini, İslam ümmetinin endişeleri konusunda fikir beyan edemeyen ve kamuoyunun önceliklerinden ve toplumun gerçekliklerinden kopuk bir siyasi kurum haline geldiğini gösteriyor.
Türkiye’nin Ayasofya kararına bir başka tepki ise bölgede Türkiye karşıtı politikaların öncülüğünü yapan BAE’den geldi. BAE Kültür, Gençlik ve Bilgi Geliştirme Bakanı Nevra el-Kabi yaptığı açıklamada, “Dünya tarihinde önemli bir yere sahip olan Ayasofya’nın statüsünün değiştirilmesi, yapının kültürel değerine ve önemine zarar verecektir” iddiasında bulundu. Bu tür kültürel değerlerin olduğu gibi korunması gerektiğine vurgu yapan Kabi, Türkiye’nin kararının yanlış olduğunu savundu. Öte yandan yine BAE rejimine yakın bazı sosyal medya hesaplarından Ayasofya’nın açılışına yönelik tepki mesajları yayınlanması da dikkatlerden kaçmadı.
BAE’nin Türkiye karşıtı tutumu da, bu yönde manipülatif söylemler takınması da yeni bir durum değil. Geçtiğimiz aylarda BAE’li üst düzey yetkililer Türkiye’nin Arap dünyasını yeniden kontrol etme hevesinde olduğunu ve Osmanlı’nın yeniden tesis edilmek istendiğini iddia ederek bunun Arap halkları için en büyük tehdit olduğuna dikkat çektiler. Hayal ürünü bu söylemler, BAE yönetimindeki Türkiye düşmanlığını açık bir şekilde gözler önüne seriyor.
Kuveyt gazetesi Al-Rai’nin Washington Şefi Hüseyin Abdü’l Hüseyin ise Arab News haber sitesinde kaleme aldığı makalesinde, Ayasofya kararının “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın emperyal hayallerinin bir sonucu” olduğunu ifade etti. Türkiye’yi birçok açıdan eleştirdiği yazısında Abdü’l Hüseyin, Türklerin aslında “Amerika gibi görece bir medeniyeti” olduğunu iddia ederek tarihsel gerçeklikleri de çarpıtmaya çalışıyor. Osmanlı devletinin hiçbir zaman İslam ümmetinin lideri olmadığını iddia eden Hüseyin, Türklerin günümüzde böyle bir yanlış algıya sahip olduğunu savunuyor.
Suudi Arabistan’ın Ukaz gazetesinin köşe yazarlarından Vefa er-Raşid ise kaleme aldığı yazıda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ayasofya kararının seçimlere yönelik bir adım olduğunu iddia ediyor. Erdoğan’ın “ateşle oynadığını” vurgulayan Er-Raşid, bu kararın tüm Hristiyanların tepkisini çektiğini ve uygarlığı tehdit eden provokatif bir eylem olduğunu savunuyor.
Bununla birlikte Mısır’da ve diğer Arap ülkelerinde, hatta BAE’de, kamuoyları Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğine karşı genel olarak olumlu bir algıya sahip. Bu durum, kamuoyunun nabzının nispeten şeffaf bir şekilde gözlemlendiği sosyal medya mecralarına da yansıyor. Türkiye’ye desteğini ifade eden birçok Arap sosyal medya kullanıcısı, Türkiye’nin bölgesel politikalarını, kültürel faaliyetlerini ve uluslararası ilişkilerdeki başarılı konumunu takdir ediyor.
Türkiye’ye karşı bu olumlu algılar aslında Ayasofya’nın camiye çevrilmesi sürecinde hem resmî olarak hem de kamuoyu düzeyinde gözlemlendi. Birçok Arap ülkesindeki resmî temsilciler Ayasofya kararını sevinçle karşıladılar. Mağrip Arap Alimler Birliği yayımladığı mesajda, Ayasofya’nın yeniden cami olarak hizmete girmesini “tarihi bir dönüm noktası” olarak tanımlarken, İslam ümmeti adına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tebrik ettiğini ifade etti. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla arayarak Ayasofya kararından dolayı tebrik etti. Hamas hareketi ve Müslüman Kardeşler de Türkiye’nin Ayasofya kararını olumlu karşıladı. Umman Müftüsü Ahmed bin Hamed el-Halili, Mescid-i Aksa İmam Hatibi Şeyh İkrime Sabri ve Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Ali Muhyiddin el-Karadaği gibi isimler Türkiye’yi bu kararından dolayı tebrik ettiler.
Öte yandan Cezayir’deki Barış Toplumu Hareketi’nden Milletvekili Nasır Hamdaduş, Türkiye’nin Ayasofya kararına tepki gösteren Suudi Arabistan, BAE ve Mısır gibi ülkeleri sert bir dille eleştirdi. Katar medyası da Türkiye’nin Ayasofya kararını olumlu bir biçimde karşıladı. Birçok gazetede manşetten verilen haberlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihe geçen bir lider olduğu belirtilirken, Türkiye’nin İslam dünyasındaki liderlik konumuna vurgu yapıldı.
Türkiye’nin Ayasofya’yı yeniden cami olarak ibadete açma kararı her ne kadar bazı rejimler tarafından eleştirilse de, bu olumsuz yaklaşım Arap kamuoyları için geçerli değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin bölgesel politikalarda ve küresel siyasette ağırlığının artmasından endişe eden Suudi Arabistan, BAE ve Mısır gibi ülkeler, birçok cephede durduramadıkları Türkiye’ye karşı her türlü saldırı ve manipülasyonu hayata geçiriyorlar. Toplumlarının gerçekliklerinden kopuk bu rejimler, Türkiye’nin, dış politikalarındaki başarısızlıklarını ve iç siyasetlerindeki meşruiyet kaygılarını derinleştirecek hamleleri karşısında her yolu deniyorlar ve Ankara’ya karşı olumsuz bir söylem üretmeye çalışıyorlar. Bu konuda başarılı olamayan bu aktörlerin son malzemesi ise Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi kararı oldu. Filistin meselesine sırt çevirdikleri, halklarına yönelik en ağır baskı politikalarını uyguladıkları, dış politikada birçok açıdan köşeye sıkıştıkları ve ekonomik sıkıntılarının giderek derinleştiği bir ortamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya kararına karşı durmalarıyla, Türkiye karşıtı bu aktörlerin meşruiyetleri daha fazla sorgulanır hale geldi. Dolayısıyla, Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesi Arap toplumları ve İslam dünyası kamuoyu tarafından tarihi bir zafer olarak algılanırken BAE, Suudi Arabistan ve Mısır rejimleri için bir hüsran olarak değerlendirilebilir.
[Orta Doğu siyaseti, Arap devrimleri, Mısır’daki devrim süreci ve Körfez siyaseti konularında uzman olan Doç. Dr. İsmail Numan Telci Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Orta Doğu Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak çalışmakta, aynı zamanda ORSAM Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir]