İsrail’in Kadir gecesinde Mescid-i Aksa’da namaz kılanlara müdahalesiyle başlattığı düşük yoğunluklu çatışma, git gide yoğunlaşarak, çoluk çocuk onlarca kişinin ölümüne neden olan büyük bir saldırıya dönüştü.
İsrail devletinin, Müslümanların kutsal günlerinde, durduk yere Filistinlilere saldırdığını düşünmek saflık olur.
Peki ne oldu da İsrail bir anda şiddetini artıran saldırılara geçti?
İrdeleyelim.
Öncelikle, İsrail’in camide namaz kılanlara saldırmasıyla başlattığı olaylara, Filistinliler tarafından karşılık verileceği ve olayların bu seviyelere geleceğini önceden planladığını bilelim. İsrail, bu adı konulmamış savaş ve yaptığı zulme, gerek Doğu Kudüs’te taşla, gerekse Hamas vasıtasıyla Gazze’de roketlerle karşılık verileceğini mutlaka hesap etmiştir. Nihayetinde Filistin’in ve Filistinlinin maruz kaldığı saldırılara yapabileceği başka bir karşılık da yok.
İsrail, uzun süredir Gazze’yi yöneten İran destekli Hamas’a müdahale etmek istiyordu ve kendi topraklarına atılan roketleri, bu saldırıyı başlatmak adına meşru müdafaa olarak kullandı. Atılan roketlerin, İsrail’in demir kubbe savunma sistemini delmesi ve İsrail vatandaşlarının da zarar görmesi, Netanyahu’nun öngörmediği bir gelişme olarak karşımıza çıktı. Önümüzdeki seçim için oy kazanayım derken, bu kubbenin tam da koruma sağlamaması, Netanyahu’nun oy kaybına neden olabilir. O yüzden, Netenyahu, politik destekçilerini konsolide etmek adına alanda mutlak bir başarı ve zafer kazanana kadar, operasyona devam edecektir.
İsrail’in bir nevi durduk yere bu kargaşayı başlatmasının asıl nedenini görmek lazım.
Netanyahu liderliğindeki İsrail, Trump döneminde ABD’ye tüm istediklerini yaptırabilme gücüne erişmişti. Oysaki, bir önceki Başkan Obama döneminde, ABD, İsrail’in talep ve isteklerini geçiştiriyordu. ABD, Obama döneminde İsrail ve Filistin arasında arabulucuydu. İsrail’in tüm baskılarına ve itirazlarına rağmen İran’la nükleer anlaşma yapılmıştı ve İsrail’e direnen bir Obama yönetimi vardı. Trump gelir gelmez, her şeyi yıkma doktrini doğrultusunda, önce ABD’nin Filistin sorununda arabuluculuk vasfını ortadan kaldırdı. Trump döneminde İran’la anlaşmadan çekilen ve Kudüs’ü başkent olarak tanıyan, dolayısıyla İsrail’in tüm taleplerini kabul eden, İsrail yanlısı bir politik anlayış başlamıştı.
Trump’ın 2020 seçimlerinde, mızıkçılık yapsa da, yenilmesi ve başkanlığı Biden’a devretmesiyle ABD’nin İsrail’i ilgilendiren politikalarının değişme süreci de başlamış oldu.
İşte İsrail’in Gazze’ye yaptığı operasyon aslında ABD’ye yönelik bir nevi güç gösterisidir. Arap dünyasının bir çok devleti ile ilişkilerini düzelten İsrail, kendisine bu cenahtan gelebilecek bir tepkiyi baştan önlemiş oldu. İran’la yeniden anlaşma yolunu tercih etme iradesindeki Biden yönetimine de, İran’ın Gazze’deki Hamas’ı desteklediğini, Hamas’ın ise roketlerle İsrail’i tehdit ettiğini gösterme yolunu seçti. İsrail’in esas isteği ise, ABD’nin İran’la yaptığı nükleer anlaşmaya geri dönmesini önlemek.
Burada esas önemli olan, Obama döneminde çok farklı görevlerde bulunmuş Biden’ın başkanlığındaki ABD yönetiminin nasıl bir yol izleyeceğinin görülmesi. Biden’ın, “Hem Filistinlilerin, hem de İsraillilerin haysiyet ve güvenlik içinde yaşaması gerekir. ABD sürdürülebilir sükunetin sağlanması için çalışmaya devam edecektir.” şeklinde yaptığı açıklama, İsrail ve Netanyahu’ya verilmiş aba altı bir “Netanyahu Yeter Yahu!” cevabı olarak görülebilir.
Trump döneminde, her istediğini gerçekleştiren İsrail’in önümüzdeki dönemde ABD’den aynı desteği görmeyeceği ve bunun için ‘yaptığım yanıma kar’ tarzı ve insanlık dışı saldırılarını gerçekleştirdiğini, ABD’nin ise Ortadoğu’da yeniden dengeleyici politikalara dönme sinyallerini verdiğini söyleyebiliriz.
Çözümü zor ve sıkıntılı Filistin’in.
Irkçı ve Faşizan zihniyetten en büyük zulmü görmüş Yahudilerin, kendi bünyesindeki siyonist, ırkçı ve faşizan katillere dur demesini, çoluk, çocuk ayırt etmeksizin yaşanan bu devlet terörünün bir an önce sona ermesini ve yıllanmış Filistin sorunun müzakereler vasıtasıyla çözüme kavuşturulmasını istemekten başka çare gelmiyor insanın aklına.