Savaş, soykırım ve çatışma bölgelerinde saldırılara maruz kalan toplumlarda kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler bozulan düzenden diğer gruplara göre çok daha fazla olumsuz etkilenmekteler. Dolayısıyla saldırı altındaki ülkelerde hem askerler hem de siviller için, savaşın ortaya çıkışına tanıklık etmek, doğrudan savaş deneyimi yaşamak, insanların yaralandığını, sakatlandığını veya öldürüldüğünü görmek, başka bir kişiye acı çektirmek veya öldürmek, başkalarının acı çekmesine veya ölümüne yol açan emirler vermek gibi durumların yaşanması hem saldıran hem de mağdur olan taraflar için travmatik sonuçları olan eylemlerdir.
Çatışma bölgelerinde yerleşik toplumlardaki tüm kadınlar, tüm çocuklar, tüm yaşlılar ve tüm engelliler büyük bir korku, acı, can kaybı ve travma yaşamakta mıdır?
Bu sorunun cevabı ''Hayır'' olacaktır. Çünkü hangi coğrafyada olursa olsun çatışan ülkelerin fakir ve orta gelirli insanları hayatlarını kaybedip, savaş travmalarını yaşamalarına rağmen aynı ülkelerin zengin ve seçkin kesimleri benzer kayıp ve travmalara maruz kalmıyorlar.
Dolayısıyla siyasetçilerin ağzından düşürmediği ''Hepimiz aynı gemideyiz!'' sözünün bu durumlarda anlamının olmadığı görülmektedir. Örneğin Ukrayna ile Rusya arasındaki çatışmalar başlamadan ya da başladıktan hemen sonra gerek Rusya'nın gerekse Ukrayna'nın varsılları ülkelerini terk ederek kendilerini güvenli limanlara atmışlardır. Nitekim şu anda çatışan İran ve İsrail'in zenginleri de farklı yollardan ülkelerini terk etme gayreti içinde olabilirler.
Çünkü tarihsel, sosyal ve ekonomik gerçekler bize hangi coğrafyada olursa olsun zenginlerin bu imkanı kullandıklarını göstermektedir. Batan gemiyi önce zenginlerin terk etme çabasında nasıl başarılı olduklarını ''Titanik'' filmlerini izleyenler hatırlayacaktır. Hatta zenginlerin ülkelerini terk etmesi için sıcak savaşların yaşanmasına bile gerek yoktur. Çoğu zengin ağır vergi yasalarından korunmak için bile ülkelerini terk edebilmektedir. Bazı zanginler yine vergi avantajlarından yararlanmak için teknelerini farklı ülkelerde kayıt ettirip kendi ülkelerinin marinalarına yabancı bayrak çekerek girmektedir.
BerlinTürk'de yer alan bir habere göre; ''ABD'de son yıllarda Mark Zuckerberg gibi birçok ünlü ismin, hayatta kalma sığınakları yaptırdığı dikkati çekerken giderek artan küresel çekişmeler nedeniyle istikrarsızlaşan dünyada, sıradan vatandaşların da sığınaklara ilgisinin arttığı'' yer alıyor. Şüphesiz herkesin canı tatlı ancak sıradan insanların ilgisi olsa da ne kadarının hava saldırısından korunmak için gidebileceği yeterli sayıda sığınak bulunmakta? Gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde bir avuç seçkin ve devlet görevlisi dışında toplumun ne kadarı için sığınaklar yapılmakta ve can güvenliği için gereken ortam sağlanmakta? Maalesef bu soruya olumlu cevap vermek mümkün değil.
Örneğin arama motoruna ''Hava saldırılarına karşı Türkiye'de ne kadar sığınak bulunuyor?'' diye yazdığımızda ''Türkiye'de kamuya açık, modern ve aktif durumda olan sığınak sayısı yok denecek kadar az. Bazı tarihi yapılar ve devlet kurumlarına ait binalarda özel sığınaklar bulunsa da bunlar halka açık değildir.'' içerikli bir bilgi çıkarken, aynı soruyu arama motoruna ''Wie viele Luftschutzbunker gibt es in Deutschland?'' yazdığımızda karşımıza çıkan bilginin türkçesi; ''Federal Sivil Koruma ve Afet Yardım Ofisi'ne (BBK) göre Almanya'da şu anda (Şubat 2024 itibarıyla) yaklaşık 579 kamu barınağı tahsis edilmiştir. BBK göre, yaklaşık 580.000 kişi orada barınak bulabilir. Bu, Almanya nüfusunun yaklaşık %0,5'ine denk gelmektedir. Ancak sivil korumaya adanmış tüm tesisler hala işlevsel veya çalışır durumda değildir"
Görüleceği gibi ne Almanya'da ne de Türkiye'de devlet yeterli sığınak yaratamadığı için halka mealen ''Bizden umudunuzu kesin, kendinizi koruyun.'' demek istiyor. İşte bu noktada varsıllar ya kendilerini koruyacak ''özel sığınak'' inşaa ediyor. Ya da savaş bölgesini terk ederek can güvenliğini sağlama yoluna gidiyor. Fakirler için de ölümden beter bir süreç olan sığınmacılıktan başka çare kalmıyor.
Savaş bölgelerini çatışma sonrası ziyaret eden bazı arkadaşlarımın anlattıklarına göre; saldırı altındaki sivil yerleşim bölgelerinde en fazla hasarı gelir düzeyi orta ve düşük kesimlerin yaşadığı semtler almaktaymış. Şüphesiz bu bilgiyi doğrulamak kolay değil, ancak zenginlerin yaşadığı semtler büyük ölçüde terk edilmiş olacağı için sivilleri hedef alan saldırıların buralara yönelik yapılmasının anlamsız olacağı düşünülüyor olabilir. Eğer bu bilgi doğrulanabilirse bir biçimde zengin semtlere kapağı atanların olası savaşlarda hayatta kalma ihtimali yoksul semtlere göre daha da yüksek görünüyor.
Varlıklıysanız eğer savaş dönemlerinde zamanlamanızı doğru yapmanız, gereken tedbirleri önceden almanız durumunda sizin ve ailenizin can güvenliği için sorun o kadar da büyük görünmüyor. Eğer yoksul ve alt gelir grubuna dahilseniz, genç olsanız da, erkek olsanız da işiniz kolay değil.
Tüm bunlara rağmen moralimizi bozmayalım! Böyle durumlarda kızılderili atasözünü hatırlayalım. Kızılderili der ki; sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin, çünkü kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir.