Ana Sayfa

berlinturkbanner

berlinturkbanner

Coşkun Kartal

Coşkun Kartal  |  BERLİN

YAZARIN TÜM YAZILARI

70’Lİ Yıllardan Batı Berlin Anıları (1)

“Alamanya gardaşımıı geri ver''

Türk işçiler,  karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde çalışmak için 1960’ların başlarında Batı Almanya’ya gitmeye başladılar.

O yıllarda, çalışmak için başvuran hemen herkes İstanbul’a davet edilerek Federal Almanya konsolosluğu gözetiminde “Alman doktorlar” tarafından sağlık kontrolünden geçmesi isteniyor, problem görülmezse “hemen” işçi olarak kaydediliyordu.

Alman sağlık görevlileri, dişleri eksik olanları, ciğerlerinde küçük yaşta geçirdikleri hastalıklar yüzünden ufacık leke bulunanları bile eliyor, “tam sağlıklı” işçilerin gönderilmesi için titizlik gösteriyorlardı.

Öyle ki, örneğin diş muayenelerini, ayakta sıraya soktukları işçi adaylarının açtırdıkları ağızlarına sırayla bakarak, çenelerini sağa sola oynatarak yapıyorlar, bu Türk gazetelerine haber oluyor ve “insanlık dışı muamele” tepkilerine yol açıyordu. 

Sonra da muayeneden geçenler birkaç gün süren tren yolculuklarıyla gidecekleri kentlere ulaştırılıyorlardı.

Oralarda resmi makamların ve yerli halkın kendilerine verdiği bazı tanımlamalar  vardı!

Alman resmi makamlarına göre büyük bir “incelikle”  “Gastarbeiter  yani “misafir işçi” deniyordu.

Alman halkı arasında ise “Auslaender” , yani “yabancılar” sözcüğü daha çok kullanılıyordu.

Doğrusu, ilk yıllarda ne Almanlar, ne de oralara çalışmaya giden Türkler, gerçekte ne olup bittiğinin, bir dönemin sona erip yenisinin hangi koşullarla başlayacağının farkında bile değildi.

Daha ötesi, Federal Almanya’ını Türkiye’ye giden işçi başına ödeme yapmasını öngören ülkeler arası işgücü “kiralama” anlaşması o kadar basit görünüyordu ki, kimse olabilecek değişiklikleri, toplumsal çalkantıları, gelenlerin yalnızca iş gücü değil, yiyen, içen, hem üreten hem tüketen ,sosyalleşen, DÜŞÜNEN ihtiyaçları birer insan olduğunu fazla irdelemiyordu.

Çok kısa süre önce dünyanın başına bela olmuş bir kanlı rejim yerle bir edilmiş olabilirdi.

Milyonlarca insanı can vermiş ya da  artık iş göremeyecek denli sakatlanmış olsa da, geriye kalan halk , işgal altında  kendini yenik ve yaralanmış hissetse de bu iş gücü ithali bir çok risk barındırıyordu.

 En azından,  20-25 yıl önce bünyesinde uzun süredir yaşayan bir başka etnik topluluğa soykırım uygulamış unsurların hala var olduğu bir halka, küçük görebileceği, düşman olabileceği  başka etnisitelerden insanları emanet etmek riskli bir konuydu sonuçta,

Aslında Federal Almanya ve Batı Berlin’e iş gücü gönderen Yunanistan, Yugoslavya, İtalya, İspanya gibi ülkeler de vardı, ancak bunların sayıları Türklere göre çok azdı.

Zaten Avrupa Birliğinin hayata geçmesiyle onların çoğu da kalıcı olmadılar.

Başlangıçta “bir ev bir araba alıncaya kadar çalışır sonra geri dönerim” diye işe başlayan Türk vatandaşlarının çoğu, oranın koşullarına alışıp kalıcı oldular.

Çocuklar hele biraz büyüsün, buralarda eli ekmek tutsun sonra dönerimdiye düşünenler arttı.

Doğal olarak ilk gidenler, hem Almanlarla karşılıklı güvenin olmayışı, yabancı dil problemi nedeniyle iletişim kuramayışları, Türkiye’deki gelenek ve göreneklerinden vaz geçemeyişleri, sosyal yaşam olarak yalnızca oradaki diğer Türklerle etkileşimleri olması nedeniyle toplumsal ve kültürel travmalar yaşadılar.

Erkekler askerlik gurbeti ile benzerlik kurdu hallerine, kadınlar dönülemeyecek kadar uzak köylere gelin gitmiş gibi hissettiler kendilerini.

Hallerini yerlere bağdaş kurup oturdukları dost meclislerinde saz çalıp yaktıkları türkülerle dile getirdiler.

Bunlardan en popüler olanı, 1960’lar ve 70’lerde “Alamanya’da” sıla hasreti çeken insanların içini yakan, onları gözyaşına ve hüzünlere garkeden Aşık Mahzuni’ye ait “solcu” Almanya’ya sitem adlı bir şarkıydı ve kısa sürede oralarda dillerden düşmez olmuştu:

Onun burda taşı, toprağı vardı / Alamanya gardaşımı geri ver/ Düz ovası yeşil yaprağı vardı /Alamanya gardaşımı geri ver.

Toprağında vardır kara sabanı/  Gönderin amcamı verin babamı/  Bağrıma basarım yırtık abamı / Alamanya gardaşımı geri ver/

Anadolu Mahzuninin anası/ Fabrikası değirmeni binası/ Yeter artık bizden beter yanası / Alamanya gardaşımı geri ver.

Tüm kültürü, gelenekleri, görenekleri, yaşam tarzları, davranış biçimleriyle kendi ülkelerine “ait” hisseden insanlar, içten içe geri dönmek istiyordu, ancak döndüklerinde Almanya’da “kavuştukları” önce iş, sonra daha yeterli ücretler, sağlık başta olmak üzere elde ettikleri sosyal haklardan vaz geçmeleri de zordu doğrusu.

Bir süre sonra benzer hasret türküleri arabeskleşerek artacak, insanlar dertlenmeye devam ederken gözü kapalı atıldıkları yeni ortamda kendilerine özgü yeni bir sosyete yaratmaya başlayacaklardı. (Devamı var)