Son dönemde, uluslararası hukuku ve diplomatik teamülleri hiçe sayarak birçok bölgesel krize gerginliği daha da artıracak şekilde müdahil olan Macron Fransası, izlediği revizyonist dış politika ile Avrupa Birliği (AB) içinde liderlik rolüne soyunurken, bu amaçla attığı adımlar NATO’nun temellerini tahrip ediyor.
Libya, Suriye ve Doğu Akdeniz konularında Türkiye’ye yönelik düşmanca politikalar izleyen Macron, bu amaçla arkasına almak istediği NATO ve Avrupa Birliği gibi kurumların ittifak ilişkilerine dayanan temellerini de tahrip ediyor.
Yeni koronavirüs salgını sırasında sağlık krizini yönetmekte yetersiz kalması sebebiyle ülke içinde ciddi eleştirilere maruz kalan, son belediye seçimlerinde yenilgi ile cezalandırılan Macron, Sarı Yelekliler adı altında iki yıldır devam eden protesto hareketlerinin de gösterdiği şekilde, geniş toplum kesimleri tarafından şiddetle itiraz edilen bir lider profili çiziyor. Doğu Akdeniz’de açıkça Türkiye karşıtı bir Avrupa politikası sergilemeye devam eden Macron, tartışmalı savunma ve dış politika çıkışları ile “tehdit altındaki bir Avrupa”nın yeni lideri olma iddiasını öne sürüyor. Avrupa Perspektif ve Güvenlik Enstitüsü (IPSE) Başkanı Emmanuel Dupuy’a göre, Macron, Akdeniz’de yeni bir Avrupa anlatısı oluşturmanın peşinde ve Beyrut patlaması sonrasındaki Lübnan ziyareti de, bir dönüm noktası olarak, Avrupa için Akdeniz gündeminde yeni bir “Fransız Hikâyesi” yazma girişimi olarak tanımlanıyor.
Türk-Fransız ilişkileri tarihsel bir ortak paydaya sahip olup, son tahlilde, tecrübesiz devlet adamı profili çizen, kendi ülkesindeki siyasal zemini gittikçe aşınan Macron’a bırakılamayacak kadar önemli.
Peki, NATO İttifakı içinde, ABD ve İngiltere’den sonra üçüncü nükleer güce sahip olan ve AB’nin Almanya’nın ardından ikinci büyük ekonomik potansiyeline sahip ülkesi olan Fransa, Avrupa savunmasında “Amiral Gemisi” rolü üstlenebilir mi?
Fransa’da ekonomi 2020 yılının ilk çeyreğinde yüzde 5,3 daraldı. Salgın gerekçesiyle işten atmalar hızlandı. Özellikle havacılık ve otomobil sektöründe devletlerin yaptığı milyarlarca avroluk yardıma rağmen on binlerce işçinin işten atılacağı şimdiden ilan edildi. Airbus, koronavirüs salgınının etkileri nedeniyle 2021 yılının yaz dönemine kadar yaklaşık 15 bin, şirketin Fransa’daki operasyonlarında ise 5 bin çalışanın işine son verileceğini açıkladı. Air France-KLM de büyük bir işten çıkarma operasyonuna hazırlanıyor. Şirket 2022 sonuna kadar 7 bin 500 çalışanının işine son vereceği bildirdi. Yan sanayide ilan edilen işten atmalar ise Air France ve Airbus’ın katbekat üzerinde.
Askeri güç parametreleri açısından analiz edildiğinde, NATO müttefik ordularının 2019 kuvvet potansiyeline bakıldığında, ABD’nin 686,1 milyar dolar savunma bütçesi ve 1 milyon 281 bin 900 aktif personeline mukabil, Paris’in savunma bütçesi 50,1 milyar dolar ve aktif askeri personeli 203 bin 750 kişi. Buna mukabil Fransa Cumhurbaşkanı Macron, NATO’nun işlevini ve önemini sorgulayan ve İttifak üyeleri tarafından tepkiyle karşılanan açıklamalara imza attı. ABD’nin salgınla mücadelesini ve başkanlık seçimlerini yanlış okuyan Macron’un, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” açıklamasına ABD Başkanı Trump “Çok saygısızca” karşılığını verdi. Macron’un, “ABD, Çin ve Rusya’dan korunmak için Avrupa’nın kendi ordusunu oluşturması gerekiyor” mesajını “Çok aşağılayıcı” olarak nitelendiren Trump, “Ama Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Almanya vardı. Peki, bu Fransa açısından nasıl gelişmişti? ABD ordusu gelip yetişmeden önce Paris’te Almanca öğrenmeye başlıyorlardı,” değerlendirmesinde bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “Fransa Cumhurbaşkanı Sayın Macron, bak Türkiye’den sesleniyorum, NATO’da da söyleyeceğim, önce sen kendi beyin ölümünü bir kontrol ettir” açıklaması ile tepkisini dile getirdi. Macron, aslında, Kremlin’in söylemlerine eleştirel yaklaşım perdesi altında NATO’nun zayıflatılmasında öncü rol oynuyor. Bu çerçevede Fransa’nın Doğu Akdeniz’e savaş gemisi göndermesinin arkasında farklı hesaplar bulunduğu, ancak en önemlisinin Fransa’nın NATO’yu by-pass edip, Avrupa ordusunu aktive etme hayali bulunduğu söylenebilir. Yani ilk adımları atılmış ama yeterli bir ilerleme sağlayamamış PESCO’nun, yani NATO’dan bağımsız bir Avrupa ordusunun kurulması Fransa tarafından istenmekte.
Fransa 2. Dünya Savaşı’nda altı günde Alman ordusuna teslim olmuştu. Savaşın devamında Cezayir’deki Mers-el Kebir limanındaki Fransız donanmasının Alman ve İtalyanların kontrolüne geçmemesi için İngiliz donanmasının 3 Temmuz 1940 günü saat 16:55’te icra ettiği “Katapult Operasyonu” ile imha edilmesi unutulmuş değil. Normandiya’da Müttefikler tarafından esaretten kurtulan Fransa’nın NATO İttifakı’nın askeri kanadından çekilmesi, 1956 Süveyş Harekâtı sonrasında ABD tarafından Akdeniz’de izole edilmesi, ancak 1991 Körfez Savaşı’na dönmesi ile son bulmuştu. Arap Baharı Fransa’ya, Kaddafi’ye karşı bir hamle için çok elverişli bir mazeret sundu.
Afrika’nın kuzeyinde yer alan ve diğer Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyesi ülke Cezayir ile batıda bir sınır paylaşan Libya, 11 milyon 760 bin kilometrekare ile yüzölçümü açısından dünyanın en büyük 16. ülkesi. Afrika’da keşfedilmiş en fazla gaz rezervine sahip ve OPEC üyesi olan Libya’da, dünya petrol rezervlerinin yüzde 4,1’ine tekabül eden petrolün kükürt oranının düşük olması, petrolün işlenmesini kolaylaştırıp maliyetleri düşürüyor. 1973 Arap-İsrail Savaşı sonrasında ABD’ye petrol ihracatı ambargosu uygulayan Libya, 1974 yılında Fransız petrol şirketi Total ile anlaşmaya gitti.
François Hollande döneminde, 2015’te Paris’te meydana gelen terör eylemlerinin de etkisiyle Libya dosyası yeniden açıldı. Paris için Libya’da istikrarsızlık iki açıdan tehdit oluşturmaktaydı: Akdeniz üzerinden Avrupa’ya göç ve Fransa’nın stratejik çıkarlara sahip olduğu Sahel havzasının (Senegal, Moritanya, Mali, Nijer, Çad, Sudan) güvenliği. Fransa o dönemde Libya’da kendisine muhatap aramaya başladı. Sarkozy hükümetinin NATO ve BM’nin nihai kuvvet kullanma kararı olmaksızın 2011’de Libya lideri Muammer Kaddafi’nin devrilmesine yönelik askerî harekâtı erken başlatması, ABD tarafından hoş karşılanmadı. Buna mukabil Aralık 2007’de, Sarkozy tarafından Paris’te kırmızı halı ve bedevi çadırlarıyla ağırlanarak, nükleer işbirliği anlaşması imzalanan Kaddafi’ye karşı, askeri kuvvet kullanılması şaşırtıcı da olmadı. Nitekim Libya devrik liderinin İstihbarat Başkanı Abdullah es-Senusi, Sarkozy’nin seçim kampanyası için Muammer Kaddafi’den 8 milyon dolar aldığını açıkladı. Sarkozy’nin diplomatik süreci kesintiye uğratarak başlattığı askeri operasyon, barış yerine parçalanmış, bölünmüş bir Libya’yı ve ülkeden Avrupa’ya büyük göçü tetikleyen Suriye benzeri insani bir felakete neden oldu. Fransa bu tutumu ile Akdeniz ve Orta Doğu’da ABD ve NATO’nun güç boşluğundan istifade ile yeni bir nüfuz alanı teşkil etmeyi amaç edinen tehlikeli bir stratejik yol haritası takip etmekte.
Fransa, Ukrayna krizi nedeniyle, Rusya için inşa ettiği Mistral tipi helikopter gemilerini teslim etmedi. Plana göre “Vladivostok” ve “Sivastopol” isimli gemiler, NATO ve ABD’nin karşı çıkması nedeniyle satışları iptal edilerek, Mısır’a satıldılar. Fransa, anlaşmanın yerine getirilmemesi nedeniyle Rusya’ya 1,2 milyar dolar tazminat ödemek zorunda kaldı. Rus Baltık ve Karadeniz filolarına katılacak bu gemiler için işbirliği yapan Fransa, diğer yandan Türkiye’nin S-400 hava savunma füzeleri almasına da karşı çıktı. Bu tespitimiz, gerçekte NATO’yu zayıflatan aktörün, Paris yönetimi olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Macron 2017’de cumhurbaşkanı seçildikten sonra Libya’yı Fransız diplomasisinin öncelikli dosyalarından biri haline getirdi. Evet, Macron, Avrupa’nın yeni lideri olarak kendisini ön plana çıkarmaya çalışmakta. Bu noktada, Libya, Lübnan, Kıbrıs, Doğu Akdeniz’deki olayları fırsata çevirmek için çabalarını artırmakta. Fransa yönetiminin, AB içindeki tek nükleer askeri operasyonel güce sahip olma konumunu ve Afrika-Orta Doğu-Akdeniz’de deniz aşırı askeri gücünü sahaya yansıtmayı hedeflediği görülüyor. AB içindeki ve küresel denklemdeki yeni konumunu tasarlamaya çalışan Fransa’nın, Brexit sonrası baş başa kaldığı Berlin ile rekabetinde, üstünlüğünü Akdeniz ve BM Güvenlik Konseyi Üyeliği avantajlarını, silah sektörü ve askeri güç eksenleri üzerinden şekillendirmeyi amaçladığı gözlemleniyor.
Fransa silah pazarını genişletme çabalarını, kademeli olarak, Mısır gibi bölgesel aktörlerin yanında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi bölge dışı müttefikler ile üst perdeye taşımakta. Nitekim Libya’da meşru hükümete karşı silahlı mücadele veren darbeci General Halife Hafter’e destek olan BAE ve 2013’te Mısır’da darbe ile yönetimi ele geçiren General Sisi liderliğindeki Mısır, ABD ve Rusya’dan sonra dünyanın üçüncü büyük silah ihracatçısı olan Fransa’nın bu alandaki en büyük müşterilerinden.
Macron, Doğu Akdeniz’de AB’nin ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarına EASTMED projesi ile Türkiye’yi devre dışı bırakarak hükmetmeyi, Libya’daki petrol kaynakları ve kaya gazı enerji yataklarını Fransız enerji şirketleri ile kontrol altına almayı, bu çerçevede Sirte Körfezi ve Libya limanlarını denetleyerek Afrika kıtasında azalmakta olan nüfuzunu korumayı amaçlıyor. Bu maksatla darbeci Hafter ve Suriye örneğinde görüldüğü üzere YPG/PKK gibi illegal aktörlerle işbirliğinden çekinmediği ve zor durumda kaldıkça AB’yi de oyuna dahil etmeye çalıştığı görülüyor. Nitekim Trablus merkezli meşru yönetime bağlı güçlerin Hafter’e karşı başlattığı operasyon sonucu Hafter’den geri alınan Giryan kentinde Fransız ordusuna ait Javelin anti-tank füzelerinin ele geçirilmesiyle, Libya’da Paris’e bir kez daha suçüstü yapıldı. Fransız Savunma Bakanlığı füzelerin kendilerine ait olduğunu, “terörle mücadele operasyonları yürütmek üzere görevlendirilen bir Fransız askeri biriminin kendini koruması” bahanesini öne sürerek kabul etmek zorunda kaldı.
Ancak çok daha tehlikeli bir yaklaşım ile Yunanistan ve AB üyesi Güney Kıbrıs Rum Yönetimini (GKRY) silahlandıran Macron, bölgede gerginliği sürekli tırmandırıyor. Macron, bütün bu yaklaşımlarında, Türkiye’yi saldırgan taraf olarak suçlamak suretiyle bir çeşit algı operasyonu da yürütüyor. Bu çerçevede, ülke içinde popülaritesi giderek düşen, ikinci kez seçilmesine ihtimal verilmeyen Macron’un Türkiye’ye yönelik düşmanca tutumuyla Avrupa’da öne çıkan bir lider olmaya çalıştığı ve bundan sağlamayı umduğu siyasi avantajı imajını güçlendirmek için kullandığı ifade edilebilir. Ancak Fransa’nın Macron’un siyasi imajı ve hesaplarını aşan planları bulunduğu da dikkate alınmalı.
Fransa, NATO’nun askeri kanadına dönüşünden beri, Türkiye’nin jeopolitik düzlemde Balkanlar, Orta Doğu ve Karadeniz-Akdeniz bölgesi ile Kafkasya’da güçlenen etkisini pasifize etmeye çalışıyor. 2008 Rusya-Gürcistan savaşında o dönem başbakan olan Erdoğan’ın inisiyatif alarak, diyalog yoluyla çözüm girişimi çerçevesinde Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’yi gölgede bırakarak Moskova’da, Rusya devlet başkanı ve başbakanı ile arabuluculuk misyonu icra etmesini ve Gürcistan ziyareti sonrasında Tiflis’e acil ekonomik ve insani yardım başlatmasını Paris kendisine meydan okuma olarak okumuştu. 2010 NATO Lizbon zirvesinde Türkiye, Sarkozy’nin, “Tehdit İran’dır. Füze rampası İran için kurulacak, biz kediye kedi deriz” açıklaması ile füze kalkanı projesinde İran’ın doğrudan hedef gösterilmesi teklifine ve GKRY’nin NATO’nun güvenlik ve askeri kabiliyetlerinden faydalanmasına karşı çıkmıştı. Böylece, Fransa’nın “füze saldırıları İran’dan gelecek” şeklinde bir ifadenin NATO Füze Kalkanı projesine konması ısrarı sonuçsuz kalmıştı.
Türkiye’nin AB’ye adaylığının resmen ilan edildiği 1999 yılından bu yana Fransız siyasetçi ve devlet adamları, Türkiye’nin üyelik perspektifiyle ilgili net ifadeler kullanmaktan kaçındılar. 2007-2012 döneminde cumhurbaşkanlığı yapan Nicholas Sarkozy döneminde, üyelik perspektifiyle ilgili olarak Fransa’dan destek gelmedi. İşte bu dönemden itibaren Türkiye ve Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili tartışmalar gerek Fransız iç politikasında siyaseten oldukça kullanışlı popülist birer malzeme, gerekse de sol ya da aşırı milliyetçi kanattaki partiler tarafından seçim kampanyalarının önemli bir parçası haline getirildi. Son yıllarda Türkiye’nin AB üyelik perspektifinin göreceli olarak zayıflamasının da bir sonucu olarak Fransız siyasetinde Türkiye üzerine popülist söylemler eskisi kadar yaygın ve etkili olmamakla birlikte 2017 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde özellikle aşırı milliyetçi cephenin adayı Marine Le Pen tarafından kısıtlı da olsa kullanılmaya devam etmiştir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 5 Ocak’ta 2018’de yılın ilk resmi ziyaretini, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un daveti üzerine Fransa’ya gerçekleştirdi. Erdoğan-Macron görüşmesi sırasında imzalanan üç önemli anlaşmadan biri, Türkiye adına ASELSAN ve ROKETSAN’ın Fransa-İtalya konsorsiyumu olan EUROSAM ile 18 ay gibi bir süreyi kapsayan ve 2020’lerin ortalarında üretileceği ve geliştirileceği duyurulan hava savunma sistemi anlaşması oldu. Diğer iki anlaşma kapsamında Airbus ve Türk Hava Yolları (THY) arasında, 25 adet A350-900’ün satın alma görüşmelerine başlamak adına mutabakat zaptı imzalandı ve Türk Eximbank ve BPI France Assurance Export arasında karşılıklı reasürans anlaşması imzalandı. Ancak Paris’in süreci bir belirsizlik içinde sürdürme siyaseti, Erdoğan-Macron görüşmesinden sonra yeni bir döneme girerek menfi istikamette somutlaşmaya başladı.
Macron 2018 yılında Fransız Büyükelçiler Konferansı’nda yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yürüttüğü politikayı “pan-İslamik” ve “Avrupa karşıtı” olarak tanımladı. Fransız basını Türkiye’nin Libya iç savaşında elde ettiği başarı sonucunda Akdeniz’de denklemi Rusya ile işbirliği yaparak değiştirdiği, askeri üsler edindiği, askeri, diplomatik, ticari ve stratejik düzlemde kurulan oyunu bozduğu değerlendirmelerine yer verdi. Fransız basını, Türkiye Libya’da dengeleri değiştirirken, darbeci Hafter’in en önemli destekçilerinden Fransa’nın stratejik hesaplarının altüst olduğunu da belirtti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın katıldığı Londra’daki Suriye konulu Dörtlü Zirve esnasında, Suriye ve Libya’daki durum ele alındı. Erdoğan, Avrupalı liderlere, Suriye’de güvenli bölgenin tesisi ve mültecilerin geri dönüşü konusunda birlikte çalışma çağrısı yaptı. Terör örgütleri arasında ayrım yapılmaması gerektiğini bir kez daha vurgulayan Erdoğan, “Zirve gayet iyi geçti” değerlendirmesinde bulundu. Buna mukabil Fransa, Türkiye’yi BM’nin Libya’ya silah ambargosu kararını delmekle suçlayarak, Türkiye’nin ambargo ihlallerinin, Libya’da barış ve istikrarı engellediği iddiasında bulundu. Türk Dışişleri Bakanlığı da bu suçlamalara “Ülkemizin Libya’ya yönelik tutumuna dair iddiaları, Fransa’nın Libya’ya yönelik karanlık ve izah edilemez politikasının yeni bir göstergesidir. Ülkemiz meşru hükümetin yanındayken, Fransa BM ve NATO kararları hilafına darbeci ve gayrimeşru bir şahsın yanındadır” yanıtını verdi.
Fransız gemisi Courbet, 10 Haziran 2020’de Akdeniz’de Libya’ya silah taşıdığından şüphelenilen Tanzanya bandıralı gemiyi aramak istedi ama iki Türk fırkateyni tarafından taciz edildiği şikayetiyle NATO’ya başvurdu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in talimatıyla Fransa’nın şikayetini inceleyen NATO, 130 sayfalık raporunda Türk savaş gemilerinin radarlarını Fransız gemisine kilitleyerek tacizde bulunduğuna dair Fransız iddialarını destekleyen bir ifade yer almadı. Buna tepki gösteren Fransa, NATO’ya bir mektup göndererek Akdeniz’de devam eden Sea Guardian misyonundan geçici olarak çekildi.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Oruç Reis gemisi ile hidrokarbon arama faaliyetlerine tepki gösterdi ve Türkiye’nin bu adımı karşısında bölgedeki askeri varlıklarını geçici olarak artıracaklarını söyledi. Macron’un açıklaması sonrası “Lafayette” adlı Fransız fırkateyni iki Rafale savaş uçağı eşliğinde Doğu Akdeniz’e gönderildi. Rafale savaş uçakları geçici olarak Girit adasına konuşlandırıldı. Türkiye’den bölgede yürüttüğü hidrokarbon arama faaliyetlerini durdurmasını isteyen Macron, ülkesinin Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı sert bir tavır takınarak “kırmızı çizgi politikası” uyguladığını savundu. Fransa’nın “sert ama ölçülü” bir tavır sergilediği iddiasında bulunan Macron, “Orantılıydı. Oraya donanmanın tümünü yollamadık,” diye konuştu. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki eylemlerini “provokatif” olarak değerlendiren Macron, Türkiye’nin AB’nin iki üyesi olan Yunanistan ile GKRY’nin münhasır ekonomik bölgelerine ve egemenlik haklarına “saldırdığını” iddia etti. Yunanistan ve GKRY’ye arka çıkan, Türkiye’yi tehdit ederek Doğu Akdeniz’de “kırmızı çizgi politikası” yürüttüğünü söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Irak konusunda da Türkiye’yi suçlayıcı bir dil kullandı. Irak’ta son bir yılda yaşanan zorluklarda İran ve Türkiye’nin etkisi olduğunu öne süren Macron, “Bu zorluklar İran’ın çok güçlü etkisi ve Türkiye’nin, Irak’ın içişlerine giderek daha fazla müdahale eden ve tekrarlayan saldırılarıyla olağanüstü gergin bölgesel bir bağlamda ortaya çıkıyor,” dedi.
Macron geçtiğimiz günlerde de Türkiye’nin, “imparatorluk fantezisi” olduğu iddiasında bulundu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise “Yunanistan’ı en çok kışkırtan ülke Fransa. Fransa’nın da başka derdi var. Yoksa Doğu Akdeniz ile ne ilgisi var. Batı Akdeniz olsa anlardık,” ifadelerini kullandı. Çavuşoğlu, Paris’in Libya’da darbeci Hafter’i desteklemek suretiyle çok büyük hata yaparak, Trablus’u çok kısa sürede ele geçireceklerine inandığını belirterek, “Ancak Hafter yenildi ve Macron histerik bir hâle büründü. Ne yapacağını şaşırdı. Sonrasında Doğu Akdeniz’de bizim gemilerimizin kendi gemilerini taciz ettiğini söyledi. Bunu belgeleyemedi, rezil oldu. Biz böyle bir tacizin olmadığını belgeledik” açıklamasında bulundu.
Fransa’da ekonomi ikinci çeyrekte yüzde 13,8 daraldı. Açıklanan 100 milyar avroluk ekonomi destek planının ne kadar işe yarayacağı net değil. Böyle bir ortamda iç politikada puan kazanması oldukça zor olan Macron, dış politikaya ağırlık veriyor. Son anketler tablonun, popülaritesi yüzde 39 gibi oldukça düşük bir seviyede olan Macron lehine 1 ile 4 puan arasında değiştiğine işaret ediyor. Ancak koronavirüs vakalarının rekor seviyelere çıktığı Fransa’da sosyal krizin kötüleşmesi ve ekonomik destek paketinin beklentiyi karşılamaması halinde, uluslararası alanda “her taşın altından çıkma” yaklaşımının Macron aleyhine dönme ihtimali epey yüksek.
Fransa Yunanistan’a maliyeti 2-2,5 milyar avro olan son teknoloji ürünü iki fırkateyn satmayı planlıyor. Paris, ayrıca, Yunanistan’a sekizi kullanılmış olmak üzere 18 Rafale satma peşinde. MBDA füze sistemleri yetkilileri de Yunan makamlarıyla temasta. Bu füzeler, Rafale uçaklarında kullanılabileceği gibi Yunan hava kuvvetlerine ait Mirage 2000 savaş uçaklarının modernizasyonu kapsamında da kullanılmaları, seçenekler arasında. Doğu Akdeniz’e dair gelişmelerde esas frenlenmesi gereken aktör, Yunanistan ve GKRY’yi Türkiye karşıtı girişimlere azmettiren Cumhurbaşkanı Macron’un Fransa’nın hayati çıkarlarına aykırı mevcut politikasıdır. Son Korsika toplantısında Türkiye’yi hedef alan açıklamasında Macron, Avrupa’ya Türkiye konusunda “birlik içinde ve daha açık” bir tutum sergileme çağrısında bulunarak, Avrupalıların “daha açık ve sert” olması gerektiğinin altını çizdi.
Macron, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de artık bir ortak olmadığını, “sorunun Türk halkı ile değil, Erdoğan hükümeti ile” olduğunu da öne sürdü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Macron’un sözlerine cevaben, “Sayın Macron, senin şahsımla daha çok sıkıntın olacak” ifadelerini kullandı. “Sen tarih de bilmiyorsun. Fransa tarihini bilmiyorsun. Afrika’nın tarihi adeta Fransa’nın tarihidir. Cezayir’de bir milyon insanı öldüren sizsiniz, Ruanda’da 800 bin insanı öldüren sizsiniz” diyen Erdoğan, Fransa’nın Türkiye’ye insanlık dersi veremeyeceğini ifade etti. Zirvenin sonrasında, Macron, Türkiye ile bölgede istikrarı sağlamak adına ilişkileri eski haline getirme niyetinde olduklarına vurgu yaparak, yeniden iyi niyetle diyalog kurmak istediklerini açıkladı. Macron, AB’nin Akdeniz konusunda Türkiye ile yapıcı bir politikasının olması gerektiğini, ekonomi ve enerji alanında ortak bir ajandanın oraya çıkabileceğini ifade etti.
Unutmamak gerekir ki, Korsika Zirvesi, AB’nin görüşlerini yansıtmadığı gibi, hukuki bir bağlayıcılık da taşımıyor. Kaldı ki Almanya, İspanya, İtalya, Macaristan gibi diğer AB üyelerinin Fransa’nın tutumuna destek vermedikleri dikkate alındığında, orta ve uzun vadede yeni bir Akdeniz enerji işbirliği modeli çıkabileceği, 25 Eylül 2020 tarihindeki AB zirvesinden bu merkezlerin mevcut beklentilerinin aksine, Ankara’ya karşı sert yaptırım kararının çıkamayacağı öngörülebilir.
Fransa’nın kısaca özetlenen dış politika sapmalarına rağmen, Türkiye ve Fransa arasındaki ilişkilerin stratejik önem sahip olduğu da son olarak ifade edilmeli. 2019 yılı itibarıyla Paris ve Ankara arasındaki ticaret hacmi 14,6 milyar dolar olup, Türkiye’nin Fransa’ya ihracatı 8,7 milyar dolar, bu ülkeden ithalatı ise 5,9 milyar dolar gibi önemli bir hacme sahip. Stratejik olarak, NATO’nun iki önemli müttefiki arasındaki suni gerginliğin, orta vadede düzeleceği ve normal çizgisine döneceği varsayılıyor. Mevcut ekonomik ilişkilerdeki değerler dikkate alındığında, sanayi, ticaret, savunma, havacılık ve uzay sektörlerinde yeni ortaklıkların güçlenerek devam etmesi, pandemi sonrası dünyada sürpriz olmayacaktır. Zira, Türk-Fransız ilişkileri tarihsel bir ortak paydaya sahip olup, son tahlilde, tecrübesiz devlet adamı profili çizen, kendi ülkesindeki siyasal zemini de gittikçe aşınan Macron’a bırakılamayacak kadar önemli.
[Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesidir]